Üniversitelerde Anlayış ve İletişim Temelli Bir Eğitim Kültürü
- Duygu Keskin
- 5 gün önce
- 2 dakikada okunur
Üniversite yılları, öğrenciler için hayatın en verimli ve heyecan verici dönemlerinden biri olarak kabul edilir. Ancak Türkiye’de birçok üniversite öğrencisi, bu süreci yalnızca akademik değil, aynı zamanda psikolojik baskılarla dolu bir dönem olarak yaşar. Sınavlar, ödevler, projeler ve sunumlarla geçen bu yoğun süreç, zamanla öğrencilerde yorgunluk, tükenmişlik ve motivasyon kaybına yol açar. Ne yazık ki bu akademik baskı, çoğu zaman destekleyici olmayan akademik ilişkilerle daha da derinleşir. Oysa üniversite, sadece bilgi aktarılan bir kurum değil; aynı zamanda bireyin gelişimini destekleyen bir yaşam alanı olmalıdır.

Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki pek çok üniversitede, öğrenci-akademisyen ilişkileri karşılıklı saygı ve anlayış temelinde şekillenir, öğrencilerin fikirlerini özgürce ifade edebileceği demokratik ortamlar oluşur. Hollanda’da öğrenciler, profesörlerine doğrudan isimleriyle hitap eder; ABD’de ise danışman hocalar, haftalık görüşmelerle öğrencilerin hem akademik hem de kişisel gelişimlerini de destekler. Bu tür örnekler, üniversitelerin nasıl güven ve iletişim odaklı bir yapıya evrilebileceğini gösterir. Öğrencinin birey olarak tanındığı ve desteklendiği bu ortamlar, yaratıcı düşüncenin ve eleştirel bakışın gelişmesine katkı sağlar.
Türkiye’de ise akademik ilişkilerde hâlâ katı ve hiyerarşik bir yapı hâkimdir. Her ne kadar bazı üniversitelerde bu anlayış değişiyor olsa da birçok öğrenci kendisini ifade etmekte zorlanır ve akademik kadro ile sağlıklı bir iletişim kuramaz. 2015 yılında Ahmet Mutlu Akyüz tarafından yapılan bir araştırma, üniversite öğrencilerinin %37’sinin akademik ortamda mobbinge maruz kaldığını ortaya koyar. Öğrencilerin iletişimlerinin engellendiği, küçük düşürüldüğü ve dışlandığı bu ortamlar, onları yalnızlaştırır ve akademik motivasyonlarını ciddi ölçüde zedeler. Aradan geçen yıllara rağmen öğrencilerin yaşadığı bu sorunlar büyük ölçüde devam etmektedir.

Oysa öğrenciler yalnızca bilgiye değil; empati, saygı ve anlayışa da dayalı bir eğitim görmek ister. Gerçek bir yükseköğretim deneyimi, ancak öğrencinin sesine kulak verildiği, hata yapmaktan korkmadığı ve kendini özgürce ifade edebildiği bir akademik kültürle mümkündür. Bu bağlamda, üniversitelerin öncelikli hedefi daha adil, açık ve öğrenci odaklı bir yapı inşa etmek olumalıdır. Akademisyenlerin destekleyici, yol gösterici ve kapsayıcı bir tutum sergilemesi, öğrencinin akademik başarısının yanında psikolojik dayanıklılığını da güçlendirir.

Bu nedenle üniversite, sadece derslerin işlendiği bir kurum değil; bireyin kendini keşfettiği, geliştirdiği ve geleceğini oluşturduğu bir yaşam alanı olmalıdır. Böyle bir anlayışla hareket eden üniversiteler, hem akademik müfredatı hem de insani ilişkileri ve öğrencinin duygusal ihtiyaçlarını gözeten kapsayıcı bir sistem kurar. Türkiye’de üniversite kültürünün demokratik, anlayışlı ve öğrenci merkezli bir yapıya dönüşmesi, bireysel başarıların ötesinde toplumsal ilerlemeyi de beraberinde getirir. Gençlerin fikirlerini özgürce dile getirebildiği, yaratıcı riskler alabildiği ve hata yapmaktan korkmadığı bir üniversite ortamı yaratmak, sürdürülebilir ve nitelikli bir yükseköğretim anlayışının temelini oluşturur.
Yağmur Uluşahin ve Şahika Derin Türüt tarafından düzenlendi.