top of page

Kameraların Seyrinde Direniş Manifestosu


Karanlık dönemlere ışık tutan sinema her zaman aydınlatıcı bir meşale olur. Toplumsal eşitsizlikler, adalet, baskı rejimleri ve kadınların görünmez çabaları gibi daha birçok neden ile yapılan protestolar ve eylemler sonucunda sinema perdesine yansıyan eserleri derledik. Politikanın sinemaya yansıması, bir anlatım biçimi olmanın ötesine geçti, toplumun vicdanıyla yüzleşmesini sağladı.


Bugünlerde Türkiye’de insanlar sokaklara dökülüyor, kampanyalar başlatıyor, boykot çağrıları yaparak seslerini duyurmaya çalışıyor. Üniversitedeki öğrenciler başta olmak üzere birçok kişi adalet çağrısında bulunuyor. Kampüslerdeki polis müdahaleleri gençlerin kendilerini ifade etme alanlarını daraltıyor. Tüm bu gelişmeler, üniversitelerin sadece eğitim değil, aynı zamanda toplumsal uyanışın da merkezlerinden biri olduğunu yeniden hatırlatıyor.



Persepolis

1970’lerde İran’daki devrimin gölgesinde büyüyen sekiz yaşındaki Marjane Satrapi’nin otobiyografik romanından uyarlanan Persepolis, İran’da İslam Devrimi’nin ardından bir kız çocuğunu kendini bulmasını ve toplumda sesini çıkarma mücadelesini anlatır. Siyah-beyaz animasyon tarzıyla hazırlanan film oldukça çarpıcı bir deneyim sunuyor. Küçük bir kızın gözünden gördüğümüz İran, kadınların susturulduğu, özgürlüklerinin kısıtlandığı, bireysel haklarının yok sayıldığı, düşüncelerini dile getiremediği bir rejimdir. Filmin konusu günümüzde İran’da kadınlara yapılan başörtü dayatmasına karşı başlatılan “Jin, jiyan, azadî” hareketini anımsatır. Aslında sinemanın bir hikaye anlatımı değil bir uyanış olduğunu gösterir. Bireysel kimlik ile devlet baskısının mücadelesini beyazperdeye yansıtır.



Made in Dagenham

2010 yapımı Made in Dagenham, 1968 yılında İngiltere'nin Ford Dagenham otomobil fabrikasında çalışan kadın işçilerin, erkeklerle eşit ücret talebiyle başlayan grevi ele alır. İş yerindeki cinsiyet ayrımcılığına verilen mücadeleyi ve bu mücadelenin sonucunda İngiltere’de yasa değişikliğine uzanan süreç anlatılır. Bob Hoskins, işçi kadınların yanında duran vicdanlı sendikacı Albert Passingham karakterini canlandırır. Rosamund Pike, eğitimli ve toplumun ayrıcalıklı kesiminden gelen fakat bastırılmış bir karakter olan Lisa Hopkins’i canlandırır. Miranda Richardson ise gerçek bir politik figür olan Barbara Castle’ı canlandırır; hükümetin içinde nadir kadın seslerden biri olan Barbara Castle’ı kadın işçilerin haklı mücadelesine kulak verir.

Kadın emeğini görünmez hale getirmeye çalışan sistemlere karşı kadınlar dimdik ayakta durur. Film, direnişin ne kadar etkili olduğunu gözler önüne sermekle kalmaz, kadın haklarını savunmanın yalnızca feministlerin görevi olmadığını, bunun bir insan hakları meselesi olduğunu hatırlatır.



V for Vendetta

“İnsanlar hükümetlerinden korkmamalı. Hükümetler insanlardan korkmalı.” Bu ikonik replik aslında yıllardır devam eden hak, adalet, eşitlik ve özgürlük arayışını yansıtır.

James McTeigue'nin yönetmenliğini üstendiği film, distopik bir dünyayı, baskıcı totaliter rejimin gölgesinde yaşayan bir toplumda sessizliğini bozan ‘’V’’ karakteri üzerinden anlatır. V karakterinin geçmiş trajedilerinden doğan adalet arayışı ve bireysel intikamı, halkın kolektif uyanışına dönüşür. V karakterinin karşısında yer alan Evey Hammond karakterini Natalie Portman canlandırır. Filmin başında korkuyla sindirilmiş, boyun eğmiş bir televizyon çalışanı olan Evey, film ilerledikçe geçmişi ve sistem ile yüzleşerek cesur bir direnişçiye dönüşür. Evey’nin kişisel dönüşümü, izleyicilerin karakterle empati ve bağ kurmasını sağlar. Aslında herkesin içinde bir ‘’V’’ karakteri olabileceğini düşündürür. V for Vendetta, korku kültürünün nasıl inşa edildiğini, manipülasyonun nasıl kitlesel bir suskunluk doğurduğunu ve buna karşı durulabileceğini gösterir. V for Vendetta, bireysel kimliğin bastırıldığı bir düzende, özgür iradenin yeniden inşasını ele alır. Bireyin sisteme körü körüne itaat etmesi yerine kendi düşünce ve değerlerini sorgulaması gerektiğini ortaya koyar. Devletin meşruiyeti, halkın rızasına değil, korku ve manipülasyona dayandığı için sorgulanır hale gelir. Bireysel bilinçle toplumsal kalkınmanın nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyar. Film, halkın sesinin en az devlet kadar güçlü bir araç olduğunu gösterir.



The Post 1971 yılında Amerikan medyasına damga vuran Pentagon Belgeleri skandalını inceleyen film başrollerinde Meryl Streep (Katharine Graham) ve Tom Hanks (Ben Bradlee) yer alır. Sadece gazetecilik hikayesi değil, aynı zamanda basın özgürlüğünün, etik sorumlulukların sorgulandığı derin bir hikayedir. Film, The Washington Post gazetesinin, Vietnam Savaşı hakkında hükümetin yalanlarını açığa çıkarması ve Pentagon Belgeleri’ni yayımlama kararı ile başlar. Bu belgeler, savaşın kaybedildiğini ve Amerikan halkının yıllarca hükümet tarafından aldatıldığını gözler önüne serer. Gazeteciler, belgelere erişim sağlamak ve bunları yayımlamak için büyük bir mücadele verirken, uğradıkları tehditler bağımsız medyanın ve ifade özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunun altını çizer.


Kült haline gelen bu dört önemli filmi inceledik. Persepolis, Made in Dagenham, V for Vendetta ve The Post; her biri farklı coğrafyalardan farklı temalarla fakat aynı cesaretle çekilen filmlerdir. Hepsi temelde gerçeği söylemenin bazen politik bir eylem olduğunu belirtir. Dünyada yükselen protesto ve boykot dalgası, aslında sinemanın yıllardır anlatmaya çalıştığı hikâyelerin gerçek dünyada karşılıklarını bulduğunu gösterir. Bunların her biri, bu dört filmdeki direniş ruhuyla birebir örtüşür. Bazen bir sahne, bir replik ya da bir karakter, dünyayı değiştiren kıvılcımı yaratır.


Derin Arda Erkul, Şahika Derin Türüt ve Yağmur Ece Nisanoğlu tarafından düzenlendi.

bottom of page