İstanbul Tiyatro Festivali, zengin programı ve birbirinden ilgi çekici isimleriyle bu sene 22 Eylül-19 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek. Oldukça uzun sürecek olan festival bu sene sıra dışı Shakespeare yorumları ile öne çıkıyor.
Önceki senelerde Işıl Kasapoğlu’nun küratörlüğünü yürüttüğü festival, bu sene Mehmet Birkiye’nin küratörlük döneminin ilk yılında tiyatroseverlerin huzuruna çıkıyor. Hem oyuncu hem yönetmen olarak çok sayıda tiyatro ödülüne layık görülmüş olan Birkiye, tiyatro çalışmalarını akademik olarak devam ettirmenin yanı sıra artık bu festivalin küratörlüğünü üstlenerek tiyatro hayatına devam edecek.
Işıl Kasapoğlu’nun festivale kazandırmış olduğu ”Istanbul Mon Amour” serisi bu sene, izleyiciyi yine İstanbul ile özdeşleşen mekânlarda bir tiyatro gezisine çıkarıyor. Alt başlığını Cahit Irgat’ın “İstanbul” şiirinden alan bu yılın “Istanbul Mon Amour”u, Kasapoğlu’ndan görevi devralan Mehmet Birkiye’nin yönetiminde, Özen Yula, Levent Tülek ve Kerem Kurdoğlu’nun kaleminden çıkan hikayelerden oluşacak.
Bu sene 14 yerli yapımın yanı sıra Almanya, Fransa, Romanya, Sırbistan ve Japonya'dan 5 çarpıcı uluslararası yapım da festival programında yer alıyor. Öne çıkan yerli eserlerle birlikte bu beş oyuna da kısaca bir göz atalım.
22 Ekim’de seyirciyle buluşan festival Engin Hepileri yönetmenliğindeki “Müfettişler” oyunuyla kapılarını açtı. Absürt tiyatronun ülkemizdeki öncülerinden Melih Cevdet Anday’ın bugüne kadar nadiren sahnelenmiş ”Müfettişler”i festivalin açılışında izleyicilerle buluştu. Bu esere çağdaş bir bakış açısıyla yaklaşan Engin Hepileri’nin rejisi, dijital öğeler içeren mekân ve ışık tasarımı izleyicilerin dikkatlerini üstüne çekti. Aslıhan Gürbüz, Erkan Kolçak Köstendil, Kadir Çermik ve Burak Altay da absürtlüğün içindeki netliği başarıyla aktaran oyunculuklarıyla seyirciyi adeta bir ütopyaya götürdüler. Anday’ın yaşam ile ölüm kavramlarını irdelediği bir dönemde yazdığı “Müfettişler” aynı zamanda 1971 muhtırası öncesi toplumun genel durumunu yansıtıyor. Oyun sıkışmış insanların özlerine dönebilmek için harekete geçmek üzere olduklarını anlatıyor.
23 Ekim’de tiyatromuzun dikkat çekici isimlerinden Ebru Nihan Celkan ve Nagihan Gürkan’ı ilk kez bir araya getiren ”Loop” oyunu ile programına devam eden festival enerjisini hiç düşürmüyor.
“Loop”u izleyen eser ise Japonya’nın evrensel kültür mirasına en çarpıcı hediyelerinden biri olan “Butoh” dansının dünyasını izleyicilerin gözleri önüne seren “Utsushi” oldu.1980’lerin başında Avrupa’yı butoh ile tanıştıran Ushio Amagatsu, hayata veda edene kadar çıktığı turnelerle bu dans türünün tüm dünyada tanınmasına öncülük etti. Butoh dansçılarının ikinci kuşağından olan Amagatsu, bu dansı sadece yeni bir teknik olarak kabul etmeyip evrensel huzura kavuşmak için bedensel bir ifade biçimi olarak ele aldı. Uluslararası festivallerden gelen yoğun istek üzerine yaratılan “Utsushi”, Amagatsu’nun 45 yıllık sanatının özünü yansıttığı gibi kendi içinde bütünlük sağlayan yeni bir eser. Sanatçı, koreografilerinden sahneler kullandığı ”Utsushi”de bir derleme yapmanın ötesine geçerek eserleriyle doğa arasında bir diyalog kuruyor. 1980’lerden bu yana tüm dünyada fırtınalar estiren bu eser, Japonya ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 100. yıl dönümü vesilesiyle ilk kez ülkemize gelerek 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında İstanbullu izleyicilerle buluştu.
25 Ekim’de de festivalde Japon rüzgarları eserken 26 ve 27 Ekim’de ise seyirci Alman çağdaş yazarlardan Mayenburg’un kaleminden çıkmış “Gece Diyarı” eseriyle buluştu. Sonsuz karanlıktan oluşan bir mekânı anlatmak üzere yazarın icat ettiği bir başlığa sahip bu keskin hiciv, son derece heyecan verici ve şaşırtıcı olduğu gibi kahkahalar durulduğunda altında huzur bozucu gerçekleri de barındırıyor. Schaubühne Berlin’de ve Young Vic yapımında 2022’de prömiyerini yaptığında övgüler toplayan oyunu, Türkiye’de ilk kez Siyah Beyaz ve Renkli Topluluğu aracılığıyla bu festivalde izleyicileriyle buluştu.
Bu çarpıcı eserin ardından iki günlük bir ara veren festival 30 Ekim’de “Nora (Bir Bebek Evi)” ile programına devam etti. Kadın ve erkeğin geleneksel rollerini sorgulayan “Bir Bebek Evi”, evliliği kutsal sayan pek çok Avrupalı için bir skandal niteliğindeydi. Artık 1879’daki gibi toplumsal infiale yol açmasa da etkisini hâlâ koruyan oyun, bir yandan feminist bir metin kabul edilmekle birlikte diğer yandan Nora’nın hikâyesinde her bireyin toplumsal baskılara karşı kendini özgürce var edebilme çabasını anlatıyor. Ibsen’in kadın karakterleri arasında umudun en baskın şekilde hissedildiği Nora’nın hikâyesi, 145 yıldır hiç eskimezken bu yeni yapımda yeni özellikler de kazanıyor. Ödüllü tiyatro ve sinema oyuncusu Tuğçe Altuğ’un yeni oluşumu Tiyatro Circa’nın, yapım hayatına Nora ile başlıyor olması da bu eseri ayrıca özel kılıyor.
Bu gösterimin ardından ise Lev Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı birinci bölümüyle karşımıza çıkıyor. Dünya edebiyatının başyapıtlarından, üç ailenin aşk, dostluk, ihanetle çevrili hikâyesini bizlere aktaran “Savaş ve Barış”, Helen Edmundson’un uyarlamasıyla tüm görkemini korurken Tolstoy’un Rusya’sından günümüz toplumlarına kadar süregelen konuları merkezde tutuyor.
2 Kasım’da karanlığı anlamak için ışıktan, insana dair olanı; kırıklıkları anlamak için ise bedenden köprüler kuran “Dans Salgını”nın gösterimleriyle devam eden festival, bu eserin ardından “Hekabe, Hekabe Değil” ile seyircilerin; kelimelerin, bedenlerin ve hayallerinin gücünü kullanarak dünyayı birlikte sorgulamasını sağlıyor. Molière’e kadar uzanan kökleriyle günümüzde faaliyetini sürdüren en eski tiyatro topluluğu olan Comédie-Française’in, prömiyerini bu yaz Avignon Festivali’nde gerçekleştirdiği en yeni yapımı olan bu eserle İstanbul Tiyatro Festivali’ne gelecek olması ise heyecan verici.
Bu eserin ardından 4 Kasım’da Anton Çehov’un “Martı”sından uyarlama olan “Mart Mıyım?” Ve 5 Kasım’da İKSV 50. Yıl Genç Sanatçı Fonu ile desteklenen “Dudaklar ve Linçler” izleyiciyle buluştu.
Bu eserlerin ardından İrlanda kökenli Declan Donnellan’ın yönetmenliğinde bir tiyatro klasiği olan “Hamlet”in gösterimleriyle festival yabancı bir esintiyle devam etti.
8 Kasım’da “Istanbul Mon Amour”la programına devam eden festival, 9 Kasım’da ise Sofokles’in üçlemesini merkeze alarak, hatalarının bedelini hem kendisine hem toplumuna ödeten kahramanların karşısına kendi kişisel tarihlerini arayan habercileri koyuyor. Festival bu oyunun ardından kişileri içinde bulundukları durumu sorgulayan, kendi kişisel tarihlerini arayan anlatıcılara dönüştüren “Haberci”yle devam etti.
Bu yoğun tiyatro programının ardından festival 12 Kasım’da “Sevinç Erbulak ile Kitap Okuma ve Tiyatro Sahnesi Keşfi”yle çocuklar için etkinliklere yer verdi. Daha sonra festival, hız kesmeden Yiğit Sertdemir’in beş yıllık bir aradan sonra kaleme aldığı ilk oyun olan “Bagajdaki Balta” ile devam etti.
Devam eden günlerde Zeynep Kaçar’ın “Atillâ İlhan ve Notre Dame de Sion Edebiyat Ödüllerini” kazanan romanından uyarlanan ”Yalnız” ve Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği Zeus’un ölmesi endişesiyle Olimpos’a hâkim olan korku, hırs ve arzular üzerinden iktidar, evlilik gibi kavramları ironik bir biçimde ele alan “Ölüyor Mu Ne?” sergilendi.
Festivalin son günlerine yaklaşırken 16 Kasım’da Brecht’ten Robert Wilson’a kadar pek çok sanatçıyla iş birliği yapmış Heiner Müller’in 1982’de yazdığı ”Yağmalanmış Kıyı Medea–Material Arganotlu Manzara” isimli üç bölümlü serisinden ”Medea–Material”, Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatroları iş birliğiyle ilk kez Türkçe olarak sahnelendi.
Bu etkileyici yabancı eserin ardından ise çağdaş tiyatronun dehalarından biri kabul edilen Thomas Ostermeier ile topluluğu Schaubühne Berlin, 10 yılın ardından festivale bir başyapıtla döndü. “Nora Bir Bebek Evi”, ”Hamlet” ve ”Bir Halk Düşmanı” yapımlarıyla izleyicileri derinden etkileyen topluluk bu sefer dünyanın farklı yerlerinde oynanmış oyunları ”III. Richard” ile festivalde yer alarak festivali sonlandırmış oldu.
Deren İlbeyi ve Can Tarhan tarafından editlendi.